27 Temmuz 2012 Cuma

All the Pretty Horses



Film john grandy nin yaşadıgı çifliğin satılmasıyla beraber arkadaşını alıp hayran oldugu dogal hayatı, hatta eski zaman kov boyluğunu aramak için güney sınırından Meksika' ya geçmesiyle başlar. daha ilk gördüklerinde bir bela olduğunu anladıkları, bir çocukta peşlerinden onları takip etmektedir. kısa sürede yörenin en büyük çiftliklerinden birinde iş bulurlar. Burada vahşi atları evcilleştirmek için uğraşırlar. Bu hiçte kolay olmayan bir iştir. atlar tüm güzelliklerine rağmen kolaylıkla yola gelen cinsten değildir. belki burada penelope cruz un oynadıgı alejandra nın da sert ve zor bir karakter olması beklenebilirdi. ama onlar birbirlerini ilk gördüklerinde bir şeyler hissetmeyi tercih etmişler.

thornton' nın kamerası bize coen lerden ufak bir şeyler anımsatır gibi. asil atların gövde gösterisiyle de özellikle evcilleştirme sahnelerinde ki görüntüleriyle çok kıymetli.

DARTH VADER

http://sinemasozluk.blogspot.com/p/afis-tasarm.html

24 Temmuz 2012 Salı

The Devil Wears Prada


"
"ŞEYTAN MARKA GİYER"


32 yıl boyunca Amerika nın en çok satan moda dergisi RUNWAY in kaprisli ama herkesin katlanmak zorunda olduğu baş editörü Miranda Priestly in yeni asistanı olmak için insan kaynakları tarafından Andy Sacks adında geçmişi başarılarla dolu bir aday bulunur. Fakat hiç Runaway okumamış olan , Newyork' a gazeteci olmak için gelen Andy modadan anlamıyordur ve tam 36 bedendir. Bu korkunç şişman sekreterin sonradan nasıl bir peri masalıyla değişeceğini inanamayacaksınız! Ama sonradan eskisi gibi olabilmek için her şeyi feda edeceğini ve “mutluluğuna” geri döneceğini tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok. İzleyicinin salondan mutlu olarak ayrılması için; “hayalinde bir çok şey olmak isteyebilirsin önemli olan olduğun şekilden mutlu olabilmen” mesajının verilmesi gerekir.

Meryl Streep çok şey kattığı Miranda karakteri hakkında çok şey söyleyebiliriz ama Streep in dünyadaki tüm moda severlerin merakla beklediği Oscar törenine çok sade bir kıyafetle gelerek bir şeyler söylemek istediğini unutmayalım.

Shirin


Film Künyesi


2008 İran yapımı olan film, 12. y.y. İran’ın da yaşayan Hakim Nezami Ganjavi’ nin Ferhat ile Şirin’ini temel alıyor. Ancak film varsayılan bir filmi izleyen seyircilerin, özellikle de kadın seyircilerin, görüntülerinden oluşuyor. Sinema karanlık bir ortamda, salonda bulunanların sadece perdeye odaklandığı, korunaklı bir yerdir. Bu yüzden sinema kuramcıları tarafından anne rahmine benzetilen bu ortam da izleyici kimsenin dikkatini çekmeyerek ve hiçbir uyarıcı, ikaz eden olmadan perde de olup biteni izlemektedir, gözlem yapmaktadır. Seyretme eylemi günlük hayatta çok sık gerçekleştirilen bir olay değildir. İnsanlar merak duygularını gidermek için komşularını izleyebilirler ama bu olay gizlenerek ve korkuyla gerçekleşmektedir. Sinema ise bu gözlem ve izleme güdüsünü korunaklı bir halde gerekleştirebilmektedir. İzlemekten sevk almak (skopofili) insanlığın bebeklik çağlarından beri peşini bırakmayan bir hastalıktır. Kiarostami’ nin filminde ise seyirciyi izleme üzerine kurulmuştur. Kendini mahrem bir yerde filme kaptırmış seyirciler izlendiklerini bilmeden filme dalmışlardır. Ancak “Şirin” filminin temel problemlerinden biri seyirciyi oynayan (Yaklaşık 120 oyuncu) oyuncuların gerçekte olmayan bir filmi izlerken samimi olup olamayacaklarıdır.

Oyuncular film boyunca abartıdan kaçarak sadece bakışlarını perdeye yöneltmektedirler. Anlatının en heyecanlı yerlerinde, örneğin Şah Hüsrev ile Ferhat’ın konuşmasında, Ferhat ‘ın Damavand Dağı’ nda yanına Şirin’in gelmesi ya da Şah Hüsrev’ in katledilişin de seyirci göz yaşları dökmektedir ancak abartıya kaçarak filmin sahnelerini bize tarifler durumda değildirler. Bir mim sanatçısının ve tiyatro sanatçılarının yüzleriyle konuşmadan oynadıklarını düşünürsek Kiarostami’ nin oyuncularının sadece filmi izlediklerini söyleyebiliriz.

Tarihin en eski sanatlarından biri olan tiyatro, gerçekleşen sunu da izleyiciye koruma sağlamaktadır fakat tiyatro uzun tarihinden dolayı toplumsal sınıfların, örneğin asillerin, burjuvaların, varlığından dolayı bu korumayı tam gerçekleştirememiştir. Tiyatroda bölümler vardır ve insanlar toplumsal sınıflarına uygun yerlerde otururlar. Tiyatro oyuncuları seyircinin tepkilerine, alkışlamalarına, gülmelerine karşı tepki vererek daha yüksek bir performans sağlayabilirler. Bu neden tiyatro da, seyirci etken durumdadır. Sinema da ise seyirci tamamiyetle edilgendir. Ortaya çıkmış olan teknolojiyle şekillenen bir eser vardır ve seyirci sadece tüketmektedir.

Filmin başında fon da müzik olmadan gösterilen minyatürler, o dönemi günümüze anlatan eserlerdir. Anlatıda önemli bir yer tutan tasvir sanatı minyatür ve gravürler o dönemin kültürünü günümüze aktaran en önemli belgelerdir. Özellikle aslan figürlerinin bir tacın her iki tarafında bulunarak, tacı tutmaları, İngiltere’den Kıta Avrupa’sına ve kuşkusuz Perslere kadar geniş bir yelpazede hükümdarlığı simgelemektedir. Bu minyatürlerde hükümdarlığın yaşantısı ve kültürünü ortaya konulmuştur. Şirin, bir Ermeni Prensesi olarak (17 yaşında), tasviri arkadaşları tarafından bulunan Husrev’ e aşık olur. Tasvir’ e aşık olmak Orta Doğulu toplumlarda yaygın kullanılmış bir temadır. Çoğunluğunun Müslüman olduğu bu coğrafyada ve özellikle İslam da tasviri yasak olması nedeniyle bu temanın çok işlenmesi ilginçtir. Şirin’in arkadaşları bu tasvire karşı hayranlıklarını gizleyemezler ancak bunun bir iblisin elinden çıkmış olduğunu söylerler. Şirin ise bunun ya bir prens ya da bir melek olduğu iddiasındadır. Hüsrev ile tanıştıklarında ise tasviri yapanın ne kadar beceriksiz olduğunu söyleyerek Hüsrev’ e iltifat edecektir.

Filme günümüz steorotipleştiren algısıyla bakıldığında, 20 kadının küçük bir salonda filmi izledikleri düşünülebilir ancak filmde yaklaşık 120 oyuncu bulunmaktadır. Oyunculardan biri olan Juliette Binoche kuşkusuz Kiarostami’ nin Avrupa’ da ehil bir yönetmen olduğunun kanıtıdır. Filmde seyirci olarak Kiarostami’ yi de görmekteyiz.  Erkek seyircilerin film izleyen kadınların arkalarında sadece yüzlerinin görünmesi yönetmenin bir tasarrufudur. Çünkü filmin ismi Şirin’ dir ve filmin sonunda Şirin izleyicilere “ Göz yaşlarınız benim için mi akmaktadır yoksa her birinizin için de gizli kalmış olan şirine mi ağlıyorsunuz?” diye sorar. “Lanet olsun bu aşk denen erkek oyununa” diyen Şirin, kadının hikayesini anlatmaktadır. Filmde gördüğümüz kadın yüzleri de bu anlatının kadınsal bir söylemle yapıldığını ortaya koymaktadır. “Aşk erkeği ısıtır ama kadını yakar” diyen Nezami ve filmin yönetmeni Kiarostami, kadınların “şehvaniyet” ten uzak ve aşka daha yakın oldukları görüşünde birleşirler.    
  
Şirin filmin başında bize Şah Hüsrev’ in ölmüş bedeninin yanında olduğunu söylemesi bir trajedinin haberidir. Ekolu bir sesle, dramatik bir anlatım tercih edilmesi fondaki müzikle birleşerek, masalsı efsanevi bir anlatı ortaya çıkarmıştır. 12 y.y.da yazılmış eser Ferhat’ ın Şirin’le birlikte bir atı sırtlayarak onları şehre kadar taşımasının dışında bir olağan üstülük göstermemektedir. Ancak Şirin’in bir öykü anlatıcısı olarak titreyen ve ekolu bir sesle olanları anlatması, gerçekleşen olayların ve entrikaların efsane nitelikte olduğunu pekiştirmektedir. Birinci ağızdan anlatılan olaylar, belki bir dış ses tarafından sonraki kuşaklar tarafından aktarılsaydı bu efsane özelliği daha ön plana çıkmış olacaktı.    


Şirin’in dadısı tarafından dünyanın tüm gizlerine malik bir adam olarak tanıtılan Mecusi, aslında Şirin’i ve Hüsrev’ i tuzağa düşürmek için kullanılan bir Behram ajanıdır. Behram Hüsrev’ in tahta göz dikmiş bir generalidir. Şirin’e göre Mecusi kuklaların iplerini elinde tutan bir düzenbazdır. Mecusi Şirin’ e Şabdiz’ e (Atı) atlayarak Tisfun’ a gitmesini söyler. Hüsrev’ de İran’ dan Ermenistan’ a hareket etmiştir. Çift buluşamaz. Ancak Hüsrev’ in babası esir alınmıştır ve Hüsrev savaşmak zorunda kalır. Kendi kölelerinin canla başla savaştığını gören Hüsrev yardımcısına cennet vaatleriyle kandırılmış olmalılar der.  Şirin bir anlatıcı olmaktan çok kendi bakış açısını iletmektedir. Bu olayları bilmemesine rağmen seyirciler ve biz bu olanlardan haberdar olmuşuzdur. Anlatıcının bildikleri dışında gelişmeler aktarılmıştır. Örneğin Şirin, Ferhat’ ın Şah tarafından nasıl bir entrikayla ortadan kaldırıldığın bilmemektedir. Şah zindanlara atıldığında onunla birlikte olmak için çok entrikalar çevirdiğini söyler ancak Ferhat’ ı, Ararat’ tan gelen bir Ermeni’ yi konuşturarak Şirin’in öldüğüne ikna eder ve Ferhat ortadan kaldırılır. Filmde intihar ettiğine dair bir ima yoktur.  
  
Ferhat sen ölünce bütün aşıklar öldü diyen Şirin, Hüsrev’ le ilk karşılaşmasında tasvire aşık olmuş biri olarak ilk defa dünyevi hislere kapılır. Hüsrev yardımcısıyla Ermeni Melikesi Mehil Banu’nun sarayındadır. Yardımcısı ona kadın ve şarabın eşsiz bir birleşim olması ve geceyle şehvaniyetin ortaya çıkacağını söylemesi Hüsrev’ i üzer. Ona göre Şehvaniyet kısa süreli bir birliktelik için sonsuz bir yalnızlık oluşturacaktır. Hüsrev, Şirin’ i arzulamaktadır ve ona 5000 yaşındaki eşim asker çizmeleri altında acıdan ve zevkten kıvranırken neden genç ve güzel bir kadın karşı koyar diyerek duygularını belirtir. Metinde Şirin’in, Hüsrev’ le beraber olması verilmez ama seyircilerin tavırlarından bu kolaylıkla anlaşılmaktadır. Şirin, Hüsrev ve Ferhat aşkı aramaktadırlar. Şirin tahtından vazgeçmiştir. Hüsrev şanından olmuştur. Ferhat hayatını kaybeder.

Arirang


Film Künyesi


2008 yılında çektiği Bi-mong (Rüya) filminde yaşanan bir kazada oyuncularından birinin hayati tehlike yaşaması yönetmeni şoka uğratmış. Bu olayın etkisinden kurtulamayan Kim Ki-duk depresyona girerek inzivayi bir yaşam sürerken yönetmen içgüdüleriyle bu belgesel filmi oluşturmuş. Filmde yönetmenin kırsalda, medeniyetten uzak bir yaşam sürerken kendisiyle hesaplaşmasını ve itiraflarını görüyoruz. Banyosu bile olmayan, tuvaletini dışarı yaptığı, ısınmak için içeriye termal bir çadır kurduğu bu evde, Kim Ki-duk, kendi kendine, eşyalarla ve kurutulmuş bir balığın kafasıyla ve gölgesiyle konuşuyor. 3 yıldır film yapamayan yönetmen kendisine acıyor ve bu itirafını bizimle paylaşıyor. Kore savaşını anlatan bir film yapmak için William dafoe' ye teklif götüren yönetmen reddedildiğini, büyük film şirketlerine olan öfkesini, kendi asistanları tarafından bile terk edildiğini anlatıyor. Bir Kore halk türküsü olan Arirang' ı söylediğinde göz yaşlarına hakim olamıyor.


Küçük evinde ödülleriyle dolu raflar ve çektiği filmlerin afişleriyle birlikte Kim Ki-duk acınacak halde gibi gözükebilir. Ama o dürüstlükten ve onurdan bahsederken, sinema endüstrisinin acımasızlığına işaret ediyor. Çektiği 15 film de anlatmak istediklerini yeterince söylediğini ve bundan sonra film yapmak istemediğini söylüyor ama hayatta kalmak için işini yapması gerektiğinin de farkında olarak yeni projeler için kendisini hazırlıyor.


Film boyunca kamerayla konuşan Kim Ki-duk' un monologları sizi sıkarken, sonlara doğru birden kurgu değişiveriyor ve kendi atölyesinde yapım aşamalarını detaylı bir şekilde gördüğümüz bir silah yapan yönetmen, arabasına atlayarak, canını sıkanları öldürmeye gidiyor. Sonunda da tetiğine bir misina başlayarak kendini öldürüyor. Tabi bunlar belgeselin, kurgu olan hayal bölümü. 



Yumurta


YUMURTA FİLMİ VE TERSİNE HİKÂYE

            Filmin giriş sahnesinde yaşlı bir kadını kameraya doğru yürürken görmekteyiz. Kadın kameraya çerçeveyi dolduracak kadar yaklaştıktan sonra kararsız bir şekilde durur ve sağa doğru yönelir. Bir süre sonra kamerada onu takip eder ve uzaklaşmakta olan kadını görüntüler. Antonioni’ nin, Angelopoulos’ un birçok filmin de tanık olduğumuz ve sinema dilinde  plan sekans olarak geçen bu uygulama daha ilk dakikadan filmin diliyle ilgili bize fikir vermektedir. Biçimi belirleyen en önemli unsurlardan olan zaman ve kullanımı yönetmenin örnek olarak aldığı İran ve Hint Sineması' nda benzer kullanımlar göstermiştir. Zaman, sinemada birebir olduğu gibi verilebilir ama senaryonun bütünlüğü açısından bu gerçek zamanın kullanımı yönetmenin önem sırasına göre değişecektir. Filmin sonuna kadar bir fotoğrafı hariç görmeyeceğimiz “bu kadın kimdir?” sorusu izleyicinin aklında oluşan ilk sorudur.
            İran ve Hint sinemasının dünyaca biliniyor olması, sıkça kullanılan yöresel motiflerin, coğrafyasındaki kültürel çeşitliliğin ve yetiştirdiği yönetmenlerin bunları anlatmasındaki ustalığından kaynaklanmaktadır. Kendi dilini oluşturan bu sinemalar bazılarına göre, meraklı batılı aydının gözünde tarihte oryantalizm denen bir bakıma kronik bir arayış sonucu olarak görülebilir. Sürekli farklıyı arayan bu anlayış kendisini tekrar etmekten korkmakta fakat karşısındakini anlayabilmek için onun tekrar etmesini istemektedir. Örneğin Kusturica’ nın birçok filminin müziğe boğulması, birbirine benzemesi ve buna doğru orantılı olarak popülerliğinin artması verilebilir.



            “Yumurta”  filminden, adına bakarak, mesela İran’da, Ebrahim Forouzech ve Abbas Kiorastami’ nin “Su Küpü”, “Anahtar”ı Mahmalbaf kardeşlerin “Elma” sı ya da “Defter” i gibi, merkezdeki bir sinematografik bir gramerin, nesne-konular etrafında eklemlenişi/telaffuzu tarzında bir yaklaşımı beklemek hatalı olurdu. Gündelik hayata ait iki rastlantıyla ortaya çıkan bu konu-nesne burada, ölümün ötesinden, anneyle olan üstü örtülmüş ama korunmuş bir bağın, sahneye konulma programı ve teyidi olarak iş görmekte. (Garson Charlotte 04/2008 Cahiers de Cinema)

            Filmde yumurta, bir sembol olarak kullanılmış ve üzerinden bir durumu tariflenmiştir. Ancak Gürcü yönetmen Sergei Paradjanov’ un “Narın Rengi” (Sayat Nova 1968) isimli filmi ve ondan esinlenerek Mohsen Makhmalbaf’ ın “Kilim” (Gabbeh 1996) isimli filmlerinde olduğu gibi simgeselcilik belirgin bir amaç olmanın ötesinde temanın hizmetindedir. Örneklerdeki simgeselcilik ise filmleri zaman zaman tablo oluşturmaya indirgemiştir.


ALL OR NOTHING


http://www.imdb.com/title/tt0286261/


06/08/2007
ALL OR NOTHING:MIKE LEIGH
9
½
"ya hep ya hiç" size bir aksiyon-macera filminin ismi gibi gelebilir. oysa ki bu filmin bizim bildiğimiz şeylerden başka bir şeyi anlatma ,bizi heycanlandırma ,duygulandırma gibi misyonları olduğunu hiç sanmıyorum.film bildik hayatlarımızın üstüne bizi düşündürmeye sevk ediyor gibi.bizim de problemli komşularımız var  ihtiyacımız olduğunda yanımızda olan komşularımızın olduğu gibi.ailemiz belki de elimizde bulunan en büyük hazinemiz ama biz bunun farkında değiliz ve sürekli birbirimizi üzüyoruz.anne babamız belki eski tutkularını hala muhafaza edememiş olabilir ve karşılıklı rolleri değiştirmiş olabilir.aşk dünyamız sallantıda olabilir ve en sonunda kendimizle problemlerimiz olabilir.filmde anlatılanların tümü aslında bize ait.
phil, kendisinden emin olamayan ,sürekli tedirgin dolaşan, çocuklarıyla ve eşiyle beraber pekte mutlu olmayı başaramyan bir taksi şöförü.rachel ise bir süper markette çalışıyor ve ikisinin maaşları birde kızlarının maaşlerıyla anca geçiniyorlar.bununla birlikte herkeskazandığı parayı kullanıyor.bir yerde hepsi kendi çıkarlarına çalışıyorlar.paylaşım acı durumlarda gerçekleşiyor.bir de küçük oğulları varki yemek yemeği iş edinmiş tembelliğin ve boşvermişliğin timsali.(çoğumuzun mutsuz olmasının nedeni).komşularının da yine kendilerine benzer dertleri var.bir komşusu phıl in taksi şirketin den arkadaşı karısı bir alkolik ve boş vermişliğin bir başka örneği.kızlarıysa sürekli aranan ama bunu başka bir iş yapamadığı için yaptığı çok belli olan biri.diğer komşusu kızıyla anlaşamayan ve kızının sürekli kendisine bağırdığı biri.

mutlu olmanın tek yolu onu bulmak için çabalamaktır gibisinden bir mesajı var filmin.bir yandan da hiç bahsetmesede altan alta  herkezin kabul ettiği(uygulamaktan üşendiği)ve dini de denebilecek mesajları da var.hatta bunlar üzerine düşünülerek inşa edilmiş sayılabilir.anne babanı say.kocana-karına iyi davran.komşularına yardım et.aç gözlülükten ,oburluktan, şehvetten uzak dur.bu kurallara uyulduğunda mutluluğu hak etmiş olacaksın.filminne demek istediği çok açık ama bunu söyleme şekli (yani bir rahip falan kullanmaması) filmi bir kat daha sevmemize neden oluyor.çünkü sadece belli bir kesime değil de tüm insanlara ulaşmayı hedeflemiş oluyor.

Yeteri kadar hepsi yada hiçlik phıl karısının,ki evlenmemişlerdir bile,uzun zamandır kendisini sevmediğini bilmektedir ve kendisini hayatının geri kalanını anlamlandırmak  ve çevresndekilerin yaşadıkları şeyler üzerinde düşünerek geçirir.nasıl olsa bunu yapmak için takside bolca vakti vardır.bu hali konuşmasına yansır sanki herşeyin bir adım ilerisini düşünmek gerekmektedir.örneğin oğlu hastanedeyken çıktığında tatile gitmeleri ve bunun için çok çalışmasının gerektiğini o an söylenecek ilk şey gibi söyleyi verir.ama asıl işlerin yolunda gitmesi için karısıyla iyi anlaşması gerekmektedir.hastaneden eve döndüklerinde tüm içtenlikleriyle yıllardır yapmadıkları bir konuşma yaparlar.ve phıl yorumsamacı karakterini bırakarak espirili yüzüne geri döner. 
ana öykünün sonunun iyi olası ve diğer öykülere bulaşılmadan filmin bitmiş olması bu ailenin şanslı olan kesimden olduğu anlamına geliyor.yani herkezin başına gelemeyecek derecede olaylar ardı ardına gelmiş ve aile nirvana ya ermiştir.ama komşu kızlarına ve annelerine ne oldu iyi bir aile kurabilecekler mi?yoksa genetik olarak miraslarını devam ettirmeye mi mahkumlar?onalrın asıllarına dönmeleri için ne gibi tesadüfler gerekiyor?ve nasıl işlemekte oldukları günehlarından vaz geçebilirler?
biz şanslı olanlardan olabiliriz bu nedenle başımıza gelecak talhsizlikleri bekleye duralım.ama şansız olanlar için felsefe çeşitli zevkler ve acılar kapı da bekliyor olacak.