27 Temmuz 2012 Cuma

All the Pretty Horses



Film john grandy nin yaşadıgı çifliğin satılmasıyla beraber arkadaşını alıp hayran oldugu dogal hayatı, hatta eski zaman kov boyluğunu aramak için güney sınırından Meksika' ya geçmesiyle başlar. daha ilk gördüklerinde bir bela olduğunu anladıkları, bir çocukta peşlerinden onları takip etmektedir. kısa sürede yörenin en büyük çiftliklerinden birinde iş bulurlar. Burada vahşi atları evcilleştirmek için uğraşırlar. Bu hiçte kolay olmayan bir iştir. atlar tüm güzelliklerine rağmen kolaylıkla yola gelen cinsten değildir. belki burada penelope cruz un oynadıgı alejandra nın da sert ve zor bir karakter olması beklenebilirdi. ama onlar birbirlerini ilk gördüklerinde bir şeyler hissetmeyi tercih etmişler.

thornton' nın kamerası bize coen lerden ufak bir şeyler anımsatır gibi. asil atların gövde gösterisiyle de özellikle evcilleştirme sahnelerinde ki görüntüleriyle çok kıymetli.

DARTH VADER

http://sinemasozluk.blogspot.com/p/afis-tasarm.html

24 Temmuz 2012 Salı

The Devil Wears Prada


"
"ŞEYTAN MARKA GİYER"


32 yıl boyunca Amerika nın en çok satan moda dergisi RUNWAY in kaprisli ama herkesin katlanmak zorunda olduğu baş editörü Miranda Priestly in yeni asistanı olmak için insan kaynakları tarafından Andy Sacks adında geçmişi başarılarla dolu bir aday bulunur. Fakat hiç Runaway okumamış olan , Newyork' a gazeteci olmak için gelen Andy modadan anlamıyordur ve tam 36 bedendir. Bu korkunç şişman sekreterin sonradan nasıl bir peri masalıyla değişeceğini inanamayacaksınız! Ama sonradan eskisi gibi olabilmek için her şeyi feda edeceğini ve “mutluluğuna” geri döneceğini tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok. İzleyicinin salondan mutlu olarak ayrılması için; “hayalinde bir çok şey olmak isteyebilirsin önemli olan olduğun şekilden mutlu olabilmen” mesajının verilmesi gerekir.

Meryl Streep çok şey kattığı Miranda karakteri hakkında çok şey söyleyebiliriz ama Streep in dünyadaki tüm moda severlerin merakla beklediği Oscar törenine çok sade bir kıyafetle gelerek bir şeyler söylemek istediğini unutmayalım.

Shirin


Film Künyesi


2008 İran yapımı olan film, 12. y.y. İran’ın da yaşayan Hakim Nezami Ganjavi’ nin Ferhat ile Şirin’ini temel alıyor. Ancak film varsayılan bir filmi izleyen seyircilerin, özellikle de kadın seyircilerin, görüntülerinden oluşuyor. Sinema karanlık bir ortamda, salonda bulunanların sadece perdeye odaklandığı, korunaklı bir yerdir. Bu yüzden sinema kuramcıları tarafından anne rahmine benzetilen bu ortam da izleyici kimsenin dikkatini çekmeyerek ve hiçbir uyarıcı, ikaz eden olmadan perde de olup biteni izlemektedir, gözlem yapmaktadır. Seyretme eylemi günlük hayatta çok sık gerçekleştirilen bir olay değildir. İnsanlar merak duygularını gidermek için komşularını izleyebilirler ama bu olay gizlenerek ve korkuyla gerçekleşmektedir. Sinema ise bu gözlem ve izleme güdüsünü korunaklı bir halde gerekleştirebilmektedir. İzlemekten sevk almak (skopofili) insanlığın bebeklik çağlarından beri peşini bırakmayan bir hastalıktır. Kiarostami’ nin filminde ise seyirciyi izleme üzerine kurulmuştur. Kendini mahrem bir yerde filme kaptırmış seyirciler izlendiklerini bilmeden filme dalmışlardır. Ancak “Şirin” filminin temel problemlerinden biri seyirciyi oynayan (Yaklaşık 120 oyuncu) oyuncuların gerçekte olmayan bir filmi izlerken samimi olup olamayacaklarıdır.

Oyuncular film boyunca abartıdan kaçarak sadece bakışlarını perdeye yöneltmektedirler. Anlatının en heyecanlı yerlerinde, örneğin Şah Hüsrev ile Ferhat’ın konuşmasında, Ferhat ‘ın Damavand Dağı’ nda yanına Şirin’in gelmesi ya da Şah Hüsrev’ in katledilişin de seyirci göz yaşları dökmektedir ancak abartıya kaçarak filmin sahnelerini bize tarifler durumda değildirler. Bir mim sanatçısının ve tiyatro sanatçılarının yüzleriyle konuşmadan oynadıklarını düşünürsek Kiarostami’ nin oyuncularının sadece filmi izlediklerini söyleyebiliriz.

Tarihin en eski sanatlarından biri olan tiyatro, gerçekleşen sunu da izleyiciye koruma sağlamaktadır fakat tiyatro uzun tarihinden dolayı toplumsal sınıfların, örneğin asillerin, burjuvaların, varlığından dolayı bu korumayı tam gerçekleştirememiştir. Tiyatroda bölümler vardır ve insanlar toplumsal sınıflarına uygun yerlerde otururlar. Tiyatro oyuncuları seyircinin tepkilerine, alkışlamalarına, gülmelerine karşı tepki vererek daha yüksek bir performans sağlayabilirler. Bu neden tiyatro da, seyirci etken durumdadır. Sinema da ise seyirci tamamiyetle edilgendir. Ortaya çıkmış olan teknolojiyle şekillenen bir eser vardır ve seyirci sadece tüketmektedir.

Filmin başında fon da müzik olmadan gösterilen minyatürler, o dönemi günümüze anlatan eserlerdir. Anlatıda önemli bir yer tutan tasvir sanatı minyatür ve gravürler o dönemin kültürünü günümüze aktaran en önemli belgelerdir. Özellikle aslan figürlerinin bir tacın her iki tarafında bulunarak, tacı tutmaları, İngiltere’den Kıta Avrupa’sına ve kuşkusuz Perslere kadar geniş bir yelpazede hükümdarlığı simgelemektedir. Bu minyatürlerde hükümdarlığın yaşantısı ve kültürünü ortaya konulmuştur. Şirin, bir Ermeni Prensesi olarak (17 yaşında), tasviri arkadaşları tarafından bulunan Husrev’ e aşık olur. Tasvir’ e aşık olmak Orta Doğulu toplumlarda yaygın kullanılmış bir temadır. Çoğunluğunun Müslüman olduğu bu coğrafyada ve özellikle İslam da tasviri yasak olması nedeniyle bu temanın çok işlenmesi ilginçtir. Şirin’in arkadaşları bu tasvire karşı hayranlıklarını gizleyemezler ancak bunun bir iblisin elinden çıkmış olduğunu söylerler. Şirin ise bunun ya bir prens ya da bir melek olduğu iddiasındadır. Hüsrev ile tanıştıklarında ise tasviri yapanın ne kadar beceriksiz olduğunu söyleyerek Hüsrev’ e iltifat edecektir.

Filme günümüz steorotipleştiren algısıyla bakıldığında, 20 kadının küçük bir salonda filmi izledikleri düşünülebilir ancak filmde yaklaşık 120 oyuncu bulunmaktadır. Oyunculardan biri olan Juliette Binoche kuşkusuz Kiarostami’ nin Avrupa’ da ehil bir yönetmen olduğunun kanıtıdır. Filmde seyirci olarak Kiarostami’ yi de görmekteyiz.  Erkek seyircilerin film izleyen kadınların arkalarında sadece yüzlerinin görünmesi yönetmenin bir tasarrufudur. Çünkü filmin ismi Şirin’ dir ve filmin sonunda Şirin izleyicilere “ Göz yaşlarınız benim için mi akmaktadır yoksa her birinizin için de gizli kalmış olan şirine mi ağlıyorsunuz?” diye sorar. “Lanet olsun bu aşk denen erkek oyununa” diyen Şirin, kadının hikayesini anlatmaktadır. Filmde gördüğümüz kadın yüzleri de bu anlatının kadınsal bir söylemle yapıldığını ortaya koymaktadır. “Aşk erkeği ısıtır ama kadını yakar” diyen Nezami ve filmin yönetmeni Kiarostami, kadınların “şehvaniyet” ten uzak ve aşka daha yakın oldukları görüşünde birleşirler.    
  
Şirin filmin başında bize Şah Hüsrev’ in ölmüş bedeninin yanında olduğunu söylemesi bir trajedinin haberidir. Ekolu bir sesle, dramatik bir anlatım tercih edilmesi fondaki müzikle birleşerek, masalsı efsanevi bir anlatı ortaya çıkarmıştır. 12 y.y.da yazılmış eser Ferhat’ ın Şirin’le birlikte bir atı sırtlayarak onları şehre kadar taşımasının dışında bir olağan üstülük göstermemektedir. Ancak Şirin’in bir öykü anlatıcısı olarak titreyen ve ekolu bir sesle olanları anlatması, gerçekleşen olayların ve entrikaların efsane nitelikte olduğunu pekiştirmektedir. Birinci ağızdan anlatılan olaylar, belki bir dış ses tarafından sonraki kuşaklar tarafından aktarılsaydı bu efsane özelliği daha ön plana çıkmış olacaktı.    


Şirin’in dadısı tarafından dünyanın tüm gizlerine malik bir adam olarak tanıtılan Mecusi, aslında Şirin’i ve Hüsrev’ i tuzağa düşürmek için kullanılan bir Behram ajanıdır. Behram Hüsrev’ in tahta göz dikmiş bir generalidir. Şirin’e göre Mecusi kuklaların iplerini elinde tutan bir düzenbazdır. Mecusi Şirin’ e Şabdiz’ e (Atı) atlayarak Tisfun’ a gitmesini söyler. Hüsrev’ de İran’ dan Ermenistan’ a hareket etmiştir. Çift buluşamaz. Ancak Hüsrev’ in babası esir alınmıştır ve Hüsrev savaşmak zorunda kalır. Kendi kölelerinin canla başla savaştığını gören Hüsrev yardımcısına cennet vaatleriyle kandırılmış olmalılar der.  Şirin bir anlatıcı olmaktan çok kendi bakış açısını iletmektedir. Bu olayları bilmemesine rağmen seyirciler ve biz bu olanlardan haberdar olmuşuzdur. Anlatıcının bildikleri dışında gelişmeler aktarılmıştır. Örneğin Şirin, Ferhat’ ın Şah tarafından nasıl bir entrikayla ortadan kaldırıldığın bilmemektedir. Şah zindanlara atıldığında onunla birlikte olmak için çok entrikalar çevirdiğini söyler ancak Ferhat’ ı, Ararat’ tan gelen bir Ermeni’ yi konuşturarak Şirin’in öldüğüne ikna eder ve Ferhat ortadan kaldırılır. Filmde intihar ettiğine dair bir ima yoktur.  
  
Ferhat sen ölünce bütün aşıklar öldü diyen Şirin, Hüsrev’ le ilk karşılaşmasında tasvire aşık olmuş biri olarak ilk defa dünyevi hislere kapılır. Hüsrev yardımcısıyla Ermeni Melikesi Mehil Banu’nun sarayındadır. Yardımcısı ona kadın ve şarabın eşsiz bir birleşim olması ve geceyle şehvaniyetin ortaya çıkacağını söylemesi Hüsrev’ i üzer. Ona göre Şehvaniyet kısa süreli bir birliktelik için sonsuz bir yalnızlık oluşturacaktır. Hüsrev, Şirin’ i arzulamaktadır ve ona 5000 yaşındaki eşim asker çizmeleri altında acıdan ve zevkten kıvranırken neden genç ve güzel bir kadın karşı koyar diyerek duygularını belirtir. Metinde Şirin’in, Hüsrev’ le beraber olması verilmez ama seyircilerin tavırlarından bu kolaylıkla anlaşılmaktadır. Şirin, Hüsrev ve Ferhat aşkı aramaktadırlar. Şirin tahtından vazgeçmiştir. Hüsrev şanından olmuştur. Ferhat hayatını kaybeder.

Arirang


Film Künyesi


2008 yılında çektiği Bi-mong (Rüya) filminde yaşanan bir kazada oyuncularından birinin hayati tehlike yaşaması yönetmeni şoka uğratmış. Bu olayın etkisinden kurtulamayan Kim Ki-duk depresyona girerek inzivayi bir yaşam sürerken yönetmen içgüdüleriyle bu belgesel filmi oluşturmuş. Filmde yönetmenin kırsalda, medeniyetten uzak bir yaşam sürerken kendisiyle hesaplaşmasını ve itiraflarını görüyoruz. Banyosu bile olmayan, tuvaletini dışarı yaptığı, ısınmak için içeriye termal bir çadır kurduğu bu evde, Kim Ki-duk, kendi kendine, eşyalarla ve kurutulmuş bir balığın kafasıyla ve gölgesiyle konuşuyor. 3 yıldır film yapamayan yönetmen kendisine acıyor ve bu itirafını bizimle paylaşıyor. Kore savaşını anlatan bir film yapmak için William dafoe' ye teklif götüren yönetmen reddedildiğini, büyük film şirketlerine olan öfkesini, kendi asistanları tarafından bile terk edildiğini anlatıyor. Bir Kore halk türküsü olan Arirang' ı söylediğinde göz yaşlarına hakim olamıyor.


Küçük evinde ödülleriyle dolu raflar ve çektiği filmlerin afişleriyle birlikte Kim Ki-duk acınacak halde gibi gözükebilir. Ama o dürüstlükten ve onurdan bahsederken, sinema endüstrisinin acımasızlığına işaret ediyor. Çektiği 15 film de anlatmak istediklerini yeterince söylediğini ve bundan sonra film yapmak istemediğini söylüyor ama hayatta kalmak için işini yapması gerektiğinin de farkında olarak yeni projeler için kendisini hazırlıyor.


Film boyunca kamerayla konuşan Kim Ki-duk' un monologları sizi sıkarken, sonlara doğru birden kurgu değişiveriyor ve kendi atölyesinde yapım aşamalarını detaylı bir şekilde gördüğümüz bir silah yapan yönetmen, arabasına atlayarak, canını sıkanları öldürmeye gidiyor. Sonunda da tetiğine bir misina başlayarak kendini öldürüyor. Tabi bunlar belgeselin, kurgu olan hayal bölümü. 



Yumurta


YUMURTA FİLMİ VE TERSİNE HİKÂYE

            Filmin giriş sahnesinde yaşlı bir kadını kameraya doğru yürürken görmekteyiz. Kadın kameraya çerçeveyi dolduracak kadar yaklaştıktan sonra kararsız bir şekilde durur ve sağa doğru yönelir. Bir süre sonra kamerada onu takip eder ve uzaklaşmakta olan kadını görüntüler. Antonioni’ nin, Angelopoulos’ un birçok filmin de tanık olduğumuz ve sinema dilinde  plan sekans olarak geçen bu uygulama daha ilk dakikadan filmin diliyle ilgili bize fikir vermektedir. Biçimi belirleyen en önemli unsurlardan olan zaman ve kullanımı yönetmenin örnek olarak aldığı İran ve Hint Sineması' nda benzer kullanımlar göstermiştir. Zaman, sinemada birebir olduğu gibi verilebilir ama senaryonun bütünlüğü açısından bu gerçek zamanın kullanımı yönetmenin önem sırasına göre değişecektir. Filmin sonuna kadar bir fotoğrafı hariç görmeyeceğimiz “bu kadın kimdir?” sorusu izleyicinin aklında oluşan ilk sorudur.
            İran ve Hint sinemasının dünyaca biliniyor olması, sıkça kullanılan yöresel motiflerin, coğrafyasındaki kültürel çeşitliliğin ve yetiştirdiği yönetmenlerin bunları anlatmasındaki ustalığından kaynaklanmaktadır. Kendi dilini oluşturan bu sinemalar bazılarına göre, meraklı batılı aydının gözünde tarihte oryantalizm denen bir bakıma kronik bir arayış sonucu olarak görülebilir. Sürekli farklıyı arayan bu anlayış kendisini tekrar etmekten korkmakta fakat karşısındakini anlayabilmek için onun tekrar etmesini istemektedir. Örneğin Kusturica’ nın birçok filminin müziğe boğulması, birbirine benzemesi ve buna doğru orantılı olarak popülerliğinin artması verilebilir.



            “Yumurta”  filminden, adına bakarak, mesela İran’da, Ebrahim Forouzech ve Abbas Kiorastami’ nin “Su Küpü”, “Anahtar”ı Mahmalbaf kardeşlerin “Elma” sı ya da “Defter” i gibi, merkezdeki bir sinematografik bir gramerin, nesne-konular etrafında eklemlenişi/telaffuzu tarzında bir yaklaşımı beklemek hatalı olurdu. Gündelik hayata ait iki rastlantıyla ortaya çıkan bu konu-nesne burada, ölümün ötesinden, anneyle olan üstü örtülmüş ama korunmuş bir bağın, sahneye konulma programı ve teyidi olarak iş görmekte. (Garson Charlotte 04/2008 Cahiers de Cinema)

            Filmde yumurta, bir sembol olarak kullanılmış ve üzerinden bir durumu tariflenmiştir. Ancak Gürcü yönetmen Sergei Paradjanov’ un “Narın Rengi” (Sayat Nova 1968) isimli filmi ve ondan esinlenerek Mohsen Makhmalbaf’ ın “Kilim” (Gabbeh 1996) isimli filmlerinde olduğu gibi simgeselcilik belirgin bir amaç olmanın ötesinde temanın hizmetindedir. Örneklerdeki simgeselcilik ise filmleri zaman zaman tablo oluşturmaya indirgemiştir.


ALL OR NOTHING


http://www.imdb.com/title/tt0286261/


06/08/2007
ALL OR NOTHING:MIKE LEIGH
9
½
"ya hep ya hiç" size bir aksiyon-macera filminin ismi gibi gelebilir. oysa ki bu filmin bizim bildiğimiz şeylerden başka bir şeyi anlatma ,bizi heycanlandırma ,duygulandırma gibi misyonları olduğunu hiç sanmıyorum.film bildik hayatlarımızın üstüne bizi düşündürmeye sevk ediyor gibi.bizim de problemli komşularımız var  ihtiyacımız olduğunda yanımızda olan komşularımızın olduğu gibi.ailemiz belki de elimizde bulunan en büyük hazinemiz ama biz bunun farkında değiliz ve sürekli birbirimizi üzüyoruz.anne babamız belki eski tutkularını hala muhafaza edememiş olabilir ve karşılıklı rolleri değiştirmiş olabilir.aşk dünyamız sallantıda olabilir ve en sonunda kendimizle problemlerimiz olabilir.filmde anlatılanların tümü aslında bize ait.
phil, kendisinden emin olamayan ,sürekli tedirgin dolaşan, çocuklarıyla ve eşiyle beraber pekte mutlu olmayı başaramyan bir taksi şöförü.rachel ise bir süper markette çalışıyor ve ikisinin maaşları birde kızlarının maaşlerıyla anca geçiniyorlar.bununla birlikte herkeskazandığı parayı kullanıyor.bir yerde hepsi kendi çıkarlarına çalışıyorlar.paylaşım acı durumlarda gerçekleşiyor.bir de küçük oğulları varki yemek yemeği iş edinmiş tembelliğin ve boşvermişliğin timsali.(çoğumuzun mutsuz olmasının nedeni).komşularının da yine kendilerine benzer dertleri var.bir komşusu phıl in taksi şirketin den arkadaşı karısı bir alkolik ve boş vermişliğin bir başka örneği.kızlarıysa sürekli aranan ama bunu başka bir iş yapamadığı için yaptığı çok belli olan biri.diğer komşusu kızıyla anlaşamayan ve kızının sürekli kendisine bağırdığı biri.

mutlu olmanın tek yolu onu bulmak için çabalamaktır gibisinden bir mesajı var filmin.bir yandan da hiç bahsetmesede altan alta  herkezin kabul ettiği(uygulamaktan üşendiği)ve dini de denebilecek mesajları da var.hatta bunlar üzerine düşünülerek inşa edilmiş sayılabilir.anne babanı say.kocana-karına iyi davran.komşularına yardım et.aç gözlülükten ,oburluktan, şehvetten uzak dur.bu kurallara uyulduğunda mutluluğu hak etmiş olacaksın.filminne demek istediği çok açık ama bunu söyleme şekli (yani bir rahip falan kullanmaması) filmi bir kat daha sevmemize neden oluyor.çünkü sadece belli bir kesime değil de tüm insanlara ulaşmayı hedeflemiş oluyor.

Yeteri kadar hepsi yada hiçlik phıl karısının,ki evlenmemişlerdir bile,uzun zamandır kendisini sevmediğini bilmektedir ve kendisini hayatının geri kalanını anlamlandırmak  ve çevresndekilerin yaşadıkları şeyler üzerinde düşünerek geçirir.nasıl olsa bunu yapmak için takside bolca vakti vardır.bu hali konuşmasına yansır sanki herşeyin bir adım ilerisini düşünmek gerekmektedir.örneğin oğlu hastanedeyken çıktığında tatile gitmeleri ve bunun için çok çalışmasının gerektiğini o an söylenecek ilk şey gibi söyleyi verir.ama asıl işlerin yolunda gitmesi için karısıyla iyi anlaşması gerekmektedir.hastaneden eve döndüklerinde tüm içtenlikleriyle yıllardır yapmadıkları bir konuşma yaparlar.ve phıl yorumsamacı karakterini bırakarak espirili yüzüne geri döner. 
ana öykünün sonunun iyi olası ve diğer öykülere bulaşılmadan filmin bitmiş olması bu ailenin şanslı olan kesimden olduğu anlamına geliyor.yani herkezin başına gelemeyecek derecede olaylar ardı ardına gelmiş ve aile nirvana ya ermiştir.ama komşu kızlarına ve annelerine ne oldu iyi bir aile kurabilecekler mi?yoksa genetik olarak miraslarını devam ettirmeye mi mahkumlar?onalrın asıllarına dönmeleri için ne gibi tesadüfler gerekiyor?ve nasıl işlemekte oldukları günehlarından vaz geçebilirler?
biz şanslı olanlardan olabiliriz bu nedenle başımıza gelecak talhsizlikleri bekleye duralım.ama şansız olanlar için felsefe çeşitli zevkler ve acılar kapı da bekliyor olacak. 

8 Mile (2002)

http://www.imdb.com/title/tt0298203/


Bir isyan kültürünün form değiştirmesiyle ortaya çıkan hip-hop kültürü mesajını yerine ulaştıramamış olmalı ki insanların gözünde piliçlerin peşinde koşturan konuşmaktan başka bir şey yapmayan toplumun sırtında ki bir kambur olmaktan kurtulamadılar. Bu filmde belki bu düşünceyi doğrular niteliktedir. Ama filmin sonu, eminem' in özyaşam öyküsünden alıntıları ve siyah insanların gelecek için yaşıyor olmalarının anlatılması düşündürücüdür (filmde ki future karakterini hatırlayın). siyahlar amerikadaki tarihleri boyunca mücadele içinde olamadılar malumunuz bu onların suçu değildi.fiziksel bakımdan beyazları katlayan bu insanlar sınırlı özgürlükleriyle yapamayacakları hiçbir şeyin olmadığını kanıtladılar.bu gün dahi eşit haklara sahip olmadıklarını ispatlamaları için çeşitli mücadeleler veriyorlar.rap böylesi ağır bir misyonu sırtlanabilir mi bilinmez ama belli konularda duyarlı olması beklenebilir.filmin toplumsal boyutlu yani insanların sorunlarını dillendiren bir tarafı yok. belkide emınemın böyle bir derdi yok. filmde bir fabrika sahnesi var çalışanlar beraberce rapleşiyorlar ama patronun nerelerde olduğunu bilmiyoruz.medeni amerikan yasalarından çekinen işçiler patronun yerine birbirlerini kalaylıyorlar.bir de boş bir evin yakılması olayı var bu ev tecavüzcülerin mekanı olmasın diye yakılıyor.yasa dışı da olsa iyi niyetli bir eylem diyelim.bunların dışında film hakkında bizim iyi niyetli söyleyevileceğimiz pek bir şey yok.filmin süpriz sonuysa en iyi yönünü oluşturuyor.rabbıt kendisine işçisin sen işçi kal diyor ki bu büyük bir fedakarlıkla gerçekçilik mesajı veriyor.

filmin bir çok aksak taraı var: annesi nasıl olurda durup dururken bir  şans oyunundan para kazanır , sevgili olacak kız onu nereden tanıyordur ,eski sevgilisinin neden bırakır ve özellikle yan karakterler neden bukadar siliktir. onlar hakkında hiç bir fikre sahip olamadan film biter. mesala şu filozof “bız kız kardeşlerimize saygı göstermezsek onlara kim saygı duyar biz kendi kendimize ediyoruz” diyen adamdan başka bir şey duyamayız.future ın nasıl olup ta bir rabbıt e saygı duyduğunu da anlayamayız.ayrıca emınem denen ve medya tarafından çıldırmış biri olarak pazarlanan bu adam neden bu kadar masum ve uslu bir rolde(ve gerçekten de oyunculuğu çok kibardı). bu film iyi olmaktan çok uzak görünebilir ama başka bir ifade tarzının başka bir düşiünce yapısının farkına varmak için iyi bir yol.



23 Temmuz 2012 Pazartesi

The Samaritan

http://www.imdb.com/title/tt1867093/ 
foley *, 25 yıllık mahkumiyetten sonra tahliye olan bir dolandırıcıdır. öldürdüğü ortağını oğlu ise onunla iş yapmak ve 8 milyon dolarlık bir dolandırıcılık için onun yardımını ister. old boy * esintileri taşıyan filmde, trajedi tahammülün sınırlarını aşıyor. 


filmi online izleyebileceğiniz link: 

http://www.izlebizle.net/?s=the+samaritan

SHAFT





















john singleton' ın 2000 yılında çektiği polisiye film, 70' lerde yapılan richard roundtree nin oynadığı bir diziye dayanıyor. samuel l. jackson john shaft rolünde bir dedektifi canlandırmaktadır. uyuşturucu ticaretine hakim olan latinlere karşı operasyonlar yapar. ancak ırkçı bir katil olan walter wade jr. * ı içeri tıkmak için bir şey yapamaz. wade' in parası adaleti satın almak için yeterlidir. içeriye girdiğinde babası bir milyon dolarlık kefaleti ödeyerek oğlunu kurtarır. adalet bir annenin kendini feda etmesiyle gerçekleşir. jakson' ın klasik, adalet için kanun tanımaz polis rolü izlenmeye değer. *  

FİLMİ ONLINE İZLEYEBİLECEĞİNİZ LİNK:

http://www.evrenselfilm.com/?s=SHAFT 


THE BORGIAS


"büyük sultan beyazıt kardeşi cem'i roma papalık sarayı'na elçi olarak sunuyor. onun varlığının papalık korunmasının ve halkları arasında bir mutabakata öncülük edeceğini umuyor ve düşmanlarında karşılıklı bir korunma anlaşmasının olacağını düşünüyor." 

the borgias ünlü İrlanda yönetmen neil jordan'ın imzasını taşıyan bir vatikan dizisi. 1492 yılında papalık avrupa üzerinde tartışmasız bir hâkimiyet sağlamış ve tahtlar, krallıklar üzeri bir konumdadır. fakat bu iktidar ve güç beraberinde mücadeleyi, ihtirası ve entirikalarıda arttırmıştır. jeremy irons'ın canlandırdığı papa alexander sixtus, ihtiraslı bir kardinalken papa seçimleri sırasında tüm kardinallere servet dağıtmış ve bu seçim sırasında itiraz eden kardinallare bu tahtın satılık olduğunu vurgulamaktan da geri durmamış bir karakterir. 

roma'nın değişim içinde olduğu bu yıllar birçok tartışmalarında yaşandığı bir dönemdir. İspanyol kökenli bir kardinalin papalık'a yükselmesi. ispanya'dan atılan yahudilerin (murranolar) roma'ya kabul edilmesi. beyazıt'ın kardeşi cem sultan'ın vatikan'da ağırlanması. kuşkusuz katolik dininin merkezi olan ve krallara taç giydirmek ve geri almak gibi haklara sahip olan roma'nın ekonomik ve siyasi hâkimiyetini sağlamak adına yapılmıştır. 

papa o kadar yalnızdır ve etrafı o kadar düşmanlarla çevrilidir ki sığınacak tek kişi tanrı'dır. 

http://www.dizimag.com/the-borgias-1-sezon-1-bolum-izle-dizi.html 

miracle at st. anna

"St. Anna Mucizesi"
spike lee' nin bir 2. dünya savaşı filmi çektiğini duyduğunuz da muhakkak siyah sorununa değineceğini bilirsiniz. hatta bütün sorunlarınların bir kılıf bulunarak 2. dünya savaşı bahanesiyle anlatılacağı bile aklınıza gelebilir. ama (bkz: spike lee) humoru belkide bu büyük felakati anlamamız için büyük bir şanstır. siyah bir amerkan askeri çikolata zanneden bir italyan çocuğun onu yalaması zihinlerinize kazınacak. http://www.imdb.com/title/tt1046997/  

spike lee speaking: güvenlik en büyük risktir. çünkü güvenlik mucizeler için boşluk bırakmaz ve hayatta sadece mucizeler kesindir. 

bu sözleri filmin sonunda bir karakterden duyuyoruz. ama bence bunları spike lee kendisi sözlendirmek isterdi. Hollywood daki 70 yıllık Nazi filmlerinde kafa tutan adamdır (bkz: spike lee). filmlerdeki robot gibi olan ve akıllarında sadece insan öldürmek insanlardır naziler. yemezler, içmezler, gülmezler. aileleri yoktur. endi etmezler. miracle at st. anna ise bu tabuları yıkarak onları konuşturur. yağmur yağarken alman askerler kızlarından bahsederler mesela. filmin finaline yakın bir kısmındaysa, alman bir subay filmin baş baş kahramanını öldürmez hatta ona kendini savunması için bir silah verir. 

filmin başında yaşlı bir siyah john wayne filmi izlemektedir. oldukça muhafazakar bir yapıya sahip olan john wayne filmini izlerken bu ülke için bizde savaştık dostum der. bir postahanede çalışan karakter kendisinden pul almak isteyen bir adamı vurur. bu yaşlı adam emekliliğine 3 ay kala neden böyle bir cinayet işlemiştir ? 

2. dünya savaşı sırasındasiyahların çoğunlukta olduğu birlikler var. ve filmde de görebileceğimiz gibi bazı genaraller onlara hiç güvenmiyor hatta onlara başkanın eşinin deneyleri diyorlar. komutanlar emri altında olan askerlere ırkçı bir dil kullanmaktan geri durmuyorlar. 

filmin en ilgiç sahnelerinden biri de amerikan birlikleri italya' da ilerlerken yayın yapan bir alman aracından bir ingilizce konuşan propaganda yaapan bir kadının sesinin duyulması. radyodan yayın yapan bu kadın tam bir fame fatale olarak resmedilmiş. amerikalı siyahlar askerlere neden sizi köle yapan insanlar için savaşıyorsunuz diye soruyor. ve neden sizi çatışma ilk önce gönderiyorlar diyor. öncü ve çoğunluğu siyah askerlerden oluşan amerikan birlikleri görevi yerine getirerek nehrin karşısına geçiyorlar. ama komutanları (beyaz amerikalı) öldüğü için ona inanmayan komutan destek göndermiyor aksine top atışı başlatıyor. birliklerden sadece 4 amerikalı siyah kalıyor. film mucizelerle dolu ama asla metafizik boyutuna ulaşmayan bu mucizeler öyle bir temellendiriliyor ki spike lee nin dehasına şapka çıkarıyorsunuz. 

savaşın hırs, düşmanlık, intikam vegüç olmasının dışında "st. anna mucizesi" bize masumiyetin ve saflığın olduğunu da öğretiyor  
ilmi izleye bileceğiniz link 
http://www.sinemekan.com/2012/06/santa-anna-mucizesi-tek-part-izle.html

Max Manus


max manus bir 2. dünya savaşın' da norveçli bir sabotajcının hikayesi. http://www.imdb.com/title/tt1029235/ 
savaş tüm insani değerleri alt üst etmiştir fakat barış ta max' e arkadaşlarının yanında olma yani ölme mutluluğunu veremez. filmin sonunda savaş kahramanlarından birinin 2006 yılına kadar İşçi partisinde görevli olduğu anlatılıyor. yani kendisini vatansever olarak tanıtan bkz: anders behring breivik' in kıyım yaptığı (77 kişiyi öldürdüğü) parti. faşizm öylesine bilinçten yoksun bir ideolojidir ki kendi evlatlarını yer.

GLORY

amerikan iç savaşını anlatan film * , başkan lincoln' ün emriyle siyahlardan bir tabur oluşturulması sürecini anlatıyor. matthew broderick' in savaş deneyimi az genç bir albay' ı * canlabdırdığı filmde, 19. yy da * siyahların insan yerine konmak için canlarını bile verebileceklerini anlıyoruz.

filmi izleyebileceğiniz link: 
http://www.izlebizle.net/zafer-filmini-izle.html



a.c.a.b. : all cops are bastards





"bütün polisler piçtir ! "
director: stefano sollima
writers: carlo bonini (book), daniele cesarano (screenplay)
stars: pierfrancesco favino, filippo nigro ve marco giallini

  Ülkemizde de benzer tablolarla karşılaşmak mümkün. İngiliz punkların ve anarşistlerin buldukları bir kısaltma a.c.a.b . film italya' da geçmektedir.
zorlu bela isimli bir punk para kazanmak için polisliği seçer çünkü annesiyle oturduğu evden çıkartılmak üzeredir. kısa sürede deşifre olur ve ekip arkadaşları ona bir ders vermek için onu bir minibüse kitlerler ve içeri gaz bombası atarlar. "zorlu bela" minibüsün içinden boğulmak üzereyken ön camı kırarak çıkar. kendilerini samuray yada roma lejyonunun bir üyesi zanneden italyan polislerin piskolojisi. (bir polisin evinde polisleri romalı askerler gibi tasvir eden bir tablo vardır) 
                                                                                                         

"des hommes et des dieux"


TANRILAR VE İNSANLAR
a.k.a. "of gods and man"

 filmin ismi sizi kendine çekiyor. ama karşılaştığımız fantastik bir kurgudan çok uzak, maneviyatın ve huzurun dinginliğiyle yapılmış bir film. cezayir' in bir köyünde bulunan bir manastırda * keşişlerin köylüyle uyum içinde yaşamlarını ve islami bir örgütle mücadelelerini anlatıyor. filmin medeniyetler çatışması tezine karşı olduğu lambert wilson' ın canlandırdığı christian* rolünün, kuran okuması ve müslüman kültüre hakim olmasıyla ortadadır. 

bir ruhban sınıfı olarak keşiş yaşamının, sapkınlıklarla dolu olduğunu anlatan çok film izlemişizdir. ancak tarih boyunca * ruhban sınıfının düşünmek ve araştırmak için çok vaktinin olduğu ortadadır. christian karakteri bu bakış açısıyla dahil oldukları toplumu incelemekte, hatta mücahitler kendilerine silah doğrulttuklarında kurandan bir sure ile cevap verebilmektedir. 

manatırlarından başka kimseleri olmayan bu yaşlı keşişler *, filmin bir sahnesinde huzurlu yaşamlarına, bir kadeh şarap içerek ara verirler ki bu anı bir klasik müzik dinleyerek yapmaları bence fiziksel ihtiyaçlardan uzak ruhani ve beyinsel zevklere daldıklarını kanıtlamaktadır.noel' e * denk gelen mücahitlerin, manastıra saldırmaları, christian tarafından tanrının kendilerini yeniden yaratması olarak yorumlanacaktır. ancak gerçek bir hikayeden uyarlanan film, 21 mayıs 1996 yılında 7 keşişin ölmesiyle sonuçlanır. keşişler kendi aralarında tartıştıkları şehitlik kavramı semavi dinlerin aynı kökenden geldiklerini kanıtlar nitelikte mücahitler ve keşişlerin ortak noktalasıdır. 

ayrıca: 

(bkz: der name der rose
(bkz: die päpstin
(bkz: the magdalene sisters
(bkz: vision - aus dem leben der hildegard von bingen )

die päpstin

pope (papa) joan 2009 

http://www.imdb.com/title/tt0458455/ 

director: sönke wortmann 

stars: johanna wokalek, david wenham and john goodman 

m.s. 9 yy da yaşadığına inanılan kadin papa johanna nın hikayesi. kadın olmasını gizleyerek yaşamış bir din görevlisi. 

çocukluğunda bir manastırda bilimsel meraklarını gidermek için okuyanmayı başaran bir kız çocuğu. orta çağ koşullarında kadının yeri ve toplumsal konumu sadece erkeklere hizmet etmektir. kadın zihinsel olarak yetersiz görülür hatta asil kadınlar bile okumayı yazmayı kendilerine uygun olarak görmezler ve aşağılayıcı bir kavram olarak düşünürler. 

çocukluğunda latinceyi ve yunancayı öğrenen johanna bilime merak salmıştır. pagan tanrıların hikayelerinin hala anlatıldığı orta çağ avrupasında johanna nın annesi ona bir hikaye anlatır. oden bilgilik kuyusundan içmek için tek gözünü feda etmiştir. johanna da kadınlığını feda ederek bilginin peşine düşer. 

bilimin kilisenin tekelinde olması, ve hipokrat, homeros gibi metinlerin yazılı olduğu yunanca, yasaklanarak inanca aykırı olduğunun söylenmesi bir çelişkidir. dolayısıyla dogmatizmin ortaçağ a neden olduğu çok açıktır. 
johanna tıp bilgisiyle vebayı ve bazı hastalıkları iyileştirebilmektedir. hac yolculuğuna çıkar ve roma ya ulaşır kısa süre sonra ismini duyurur. johanna' yı papa' nın tedavisi için saraya getirirler. gut hastası olan papayı (bkz: john goodman) iyileştirir ve ona sonrasında danışmanlık görevi yapar. 

yunanca mühandisliğe ait kitapları okuyarak öğrendiği bir mekanikle kendiliğinden kapanan kapılar yapabilmektedir. roma işgal altındayken bu numarayla düşman askerin gözü boyanır ve papa nın tahta kalmasını sağlar. 

papalık seçiminin halkın oylarıyla gerçekleştiği 9 yy da johanna papa olarak seçilir. ilk görevi kızlara yönelik bir okul projesidir. 

johanna papa olmadan önce kuçukluğunde kendisine sığınma sağlayan gerold' la ilişki yaşamaktadır. bu ilişki sonuçu gebe kalır. tarihte taşlanarak öldürüldüğü düşünülen papa joan, filmde doğum yaparken ölür. 
filmi izleyebileceğiniz link: